top of page

Cinsellik genellikle yakın bir ilişki ile gerçekleşir. Genellikle yakınlık ve bağ sağlar. Daha iyiye ya da daha kötüye, cinsel hayatımız öz kavramımızın en azından bir bölümünü şekillendirir. Sevdiğimiz kişiyi tatmin mi ederiz yoksa basitçe keyifli cinsel bir deneyimin doyumunun tadını mı çıkarırız? Cinsel problemler ortaya çıktığında bu durum, ilişkimize ve öz güvenimize çok zarar verebilir. Partnerlik, yoğun tatmin ve cinsel aktivite hassasiyetinin kaybolduğu, cinsel işlev bozukluğunun çok ciddi hâle geldiği durumlarda zarar görür. Şimdi pek çok kişinin hayatları boyunca yaşadığı ve cinsel keyiflerine engel olan cinsel prob- lemleri işleyeceğiz.

Cinsel İşlev Bozukluklarının Klinik Tanımları

DSM-5, cinsel işlev bozukluklarını 3 kategoriye ayırıyor: cinsel arzu, uyarılma ve ilgiyi içeren bozukluklar; orgazm bozuklukları; cinsel acı içeren bozukluklar. Erkek ve kadınlar için ayrı tanı- lamalar verilmiştir. Bütün cinsel işlev bozukluklarında tanı kriterleri, işlev bozukluğunun kalıcı ve tekrarlı olduğunu ve klinik açıdan önemli derecede strese ve işlevsel problemlere yol açtığını açıkça belirtmektedir. Eğer problemin tamamen tibbi bir hastalıktan kaynaklandığı (örneğin erkeklerde sertleşme problemine yol açan ileri düzey şeker hastalığı gibi) ya da başka bir psiko- lojik hastalık kaynaklı olduğu (major depresyon) düşünülüyorsa cinsel işlev bozukluğu tanısı konmamaktadır. Bazı kişilerin, cinsel işlev bozukluğu gibi kişisel bir konudaki problemini halka açık anketlerde bildirmeyeceği düşünebilir. Ama pek çok kişi bu belirtileri bildiriyor. Ara sıra görülen cinsel işlev bozukluklarının yaygınlığının epey yüksek olduğu, Yapılan bazı anket çalışmasında; kadınlar (%43), erkeklere (%31) göre daha fazla cinsel işlev bozukluğu belirtisi bildirmiştir (Laumann, Paik ve Rosen, 1999).

Her ne kadar pek çok kişi semptomları kabul etse de bir kişi, sıkıntı dolayı bozukluk yaşamıyorsa klinik tanılama yapılmamaktadır; sıkıntı ve bozukluk Laumann ya da semptomlardan araştırmasında değerlendirilmemiştir. İki farklı araştırmada cinsel işlev bozukluğu semptomları bildiren kadınların (%44) oranı ile ilgili çok benzer yüzdeler bulmuştur (Bancroft, Loftus ve Long, 2003; Shifren, Monz, Russo ve ark., 2008). Fakat bu kadınlara bu semptomlardan dolayı sıkıntı yaşayıp yaşamadıkları sorulduğunda sadece kadınların 1/4 ile 1/2 sıkıntı duyduklarını ifade etmiştir; kadınların %11-23'ü hem cinsel semptomları yaşadığını hem de bundan dolayı sıkıntı duyduğunu bildirmiştir. Bunlar yüksek yaygın sonuçlardır ama semptomları taşıyan çoğu kadın klinik tanılamayı karşılamamaktadır. Ne yazık ki tanılama seviyesinde cinsel işlev bozukluğu yaşayan kaç erkeğin olduğuna dair neredeyse hiç verimiz yoktur (Amerika Psikiyatri Birliği, 2000).

Her ne kadar tanılama sistemi cinsel döngüdeki evreleri yansıtsa da gerçek hayatta problemler o kadar kolay bir şekilde çözümlenemiyor. Bir evrede problemi olduğunu bildiren pek çok kişi, bir diğer evrede daha problemi olduğunu bildirebiliyor (Segraves ve Segraves, 1991). Bunun bazıları sadece kısır döngü olabiliyor. Örneğin erken boşalma yaşayan erkekler seks hakkında endişe yaşamaya başlayıp cinsel istek ve uyarılma ile ilgili problem yaşamaya baş- layabiliyorlar (Rowland, Cooper ve Slob, 1996). Birey için sonuçlarının ötesinde bir kişideki cinsel problemler, partnerinde de cinsel problemlere yol açabiliyor. DSM-5'te tanımlanan cinsel işlev bozukluklarını incelerken tanılamalarda, birlikte gerçekleşme potansiyelini de aklımızda tutmalıyız.

Bu bozukluklarda DSM-5 kriterlerinde, DSM-IV-TR kriterlerine göre pek çok değişiklik bulunmaktadır. İlk olarak DSM-5 cinsel işlev bozuklukları kriterleri; ilişki sıkıntısı konusunda net yönergeler içermektedir. Ciddi bir ilişki sıkıntısının sonucunda yaşanan cinsel kaygılar, örneğin partnerin istismarı varsa, cinsel işlev bozukluğu olarak tanılanmamalıdır. İkinci olarak, DSM-IV-TR'deki cinsel işlev bozuklukları kriterlerinin süre konusunda çok belirsiz olmasının eleştirilmesi üzerine, DSM-5, her bir cinsel işlev bozukluğu için süre kriterini eklemiştir. Pek çok kişi için cinsel semptomları bir ay yaşamak çok yaygındır ama çoğunda bu semptomlar zamanla kendi kendine azalır. Örneğin erkeklerin %6'sı belirtilen yıl içerisinde 1 ay boyunca sertleşme problemi yaşadığını ama %1'den azı 6 ay ya da daha uzun sürdüğünü bildirmiştir (Mercer, Fenton, Johnson ve ark., 2003). Kadınların yaklaşık %40'ı belirtilen yıl içerisinde en azından bir ay cinsel istek kaybı yaşadığını ama sadece %10'u istek kaybının 6 ay boyunca sürdüğünü bildirmiştir. Bu bölüm boyunca tanı kutularında gösterildiği gibi, DSM-5 cinsel işlev bozuklukları kriterleri arasında bulunan süre semptomlarının, 6 ay boyunca sürmesi konusu nettir.

Cinsel İlgi, İstek ve Uyarılmanın Dâhil Olduğu Bozukluklar

 DSM-5; cinsel ilgi, istek ve uyarılma ile ilgili 3 bozukluk içerir. Kadında cinsel ilgi/uyarılma bozukluğu, cinsel öznel ilgide (cinsel fanteziler ya da dürtüler) kalıcı eksikliklerdir ayrıca biyolojik uyarılma veya uyarılma diğer iki bozukluk türüdür. Erkeklerde DSM-5 tanıları, cinsel istek ve uyarılmayı ayrı değerlendirir. Erkekte düşük cinsel istek bozukluğu, cinsel fantazi ve dürtü yoksunluğu anlamına, sertleşme bozukluğu ise cinsel aktivitenin tamamlanması esnasında sertleşmenin sağlanamaması anlamına gelir. Robert'in vakası, düşük cinsel istek bozukluğuna, Paul ve Petula'nın vakası da (Bakınız s. 369) sertleşme bozukluğuna örnek teşkil eder. Hem erkek hem kadın için bu semptomların biyolojik açıklamalarını bertaraf etmek önemlidir. Örneğin, hormon seviyeleri ile ilgili laboratuvar testleri, postmenopozal kadınları değerlendirmenin rutin bir parçasıdır (Bartlik ve Goldberg, 2000).

Cinsel işlev bozuklukları için tedavi arayan insanların yarısından çoğu düşük arzu düzeyinden şikâyet eder. Düşük cinsel istek tanılaması, 1970'lerden 1990'lara değin tedaviye başvuran kadın ve erkekler arasında yaygındır (Beck, 1995). Kadınlar arada sırada da olsa, erkeklerden daha sık, cinsel istek düzeyleri ile ilgili endişelerini bildirmiştir. Postmenopozal kadınlar, 20'li yaşlardaki kadınlardan 2-4 kat daha fazla düşük cinsel istek düzeyine sahip olduklarını bildirmiştir. Diğer taraftan, daha yaşlı kadınlar bu düşük cinsel istek konusunda daha az sıkıntı duymaktadır (Derogatis ve Burnett, 2008). Erkekler arasında en sık yaşanan kaygının sebebi, arada sırada görülen sertleşme bozukluğudur; ülkelere göre %13-28 arasında değişen bir aralıkta seyreder (Laumann ve ark., 2005). Erkek sertleşme bozukluğu yaşla birlikte büyük artış gösterir; 70'lerindeki erkeklerin %15'i sertleşme bozukluğu olduğunu (Feldman, Goldstein, Hatzichristou ve ark., 1994) ve %70'ten daha çok erkek arada sırada sertleşme işlev bozukluğu yaşadığını bildirmiştir (Kim ve Lipshultz, 1997).

Bütün DSM-5 tanıları arasında, genelde halk arasında düşük cinsel dürtü olarak tanımlanan cinsel istek bozuklukları en öznel olanıdır. Bir insan ne kadar seks yapmayı istemelidir? Ve ne yoğunlukta? Genelde, partnerleri, bu tür sorunlar yaşayan kişileri bir uzmana gitmesi konusunda cesaretlendirir. Düşük istek kategorisi bazı kişilerin seksi olmak konusundaki yüksek beklentilerinin var olması sonucunda belirlenmiştir. Veriler, düşük düzey cinsel dürtüde öznel ve kültürel faktörlerin önemini doğrulamaktadır; örneğin düşük cinsel istek bozukluğu, cinsel aktiviteleri benzer seviyelerde olduğu hâlde İngiliz (Hawton, Catalan, Martin ve ark., 1986) ya da Alman erkeklerine (Arentewicz ve Schmidt, 1983) göre Amerikalı erkekler tarafından daha fazla bildirilmiştir. Kültürel normların, kişilerin ne kadar seks istemesi gerektiği algısını etkilediği görülmektedir.

DSM-IV-TR'de kadın cinsel uyarılma bozukluğu, yetersiz genital uyarılmaya dayanmaktadır. Bu yeterli değil çünkü kadınlar biyolojik ve öznel uyarılmaya her zaman uyum sağlamamakta ve genelde tedavi arayan kadınlar biyolojik değil, öznel uyarılma yoksunluğundan endişe etmektedir (Basson, Althof, Davis ve ark., 2004). Vajinal organ ölçer kullanılarak yapılan laboratuvar araştırmaları, genelde öznel uyarılma yoksunluğundan endişe eden kadınların, erotik uyarıcıya, normal biyolojik tepkiler verdiklerini göstermiştir (Graham, 2010). Bu bilgiye dayanarak, DSM-5'te yer verilen cinsel istek/uyarılma bozukluğu kriteri, kadınlarda biyolojik veya öznel düşük düzey uyarılmayı da içermektedir, diyebiliriz.

KAYNAKÇA

Ann Ö.Kring, Sheri L.Jognson, Gerald C.Davison, John M.Neale, Anormal Psikolojisi, 2019, Nobel, s.363-370

Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı, (DSM5), çev. Köroglu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2014, s.205-128

PSİKOLOG VEDAT GÜNEŞ

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI

bottom of page